|
|
|
SELÂMÜNALEYKÜM ZİYARETÇİ |
|
|
|
Veda Hutbesi |
|
|
|
|
|
|
|
Tanzimat.1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazı hataları olmakla beraber çok milliyetçi, oldukça muhafazakar bir hükümdar olan Abdülaziz Han, modern bir ordu ve üstün bir donanma için büyük para harcar. Bu arada muazzam saraylar da yaptırır. İngiltere ve Fransa'dan sonra dünyanın 3. büyük, modern, zırhlı donanmasına sahip olur ve Türk tersanelerini modern zırhlı yapacak şekilde düzenletir. Bu donanma ile Kırım'ı geri almak istediği söylenir. İngiltere ve Fransa'dan alınan dış borçlarla Türk maliyesi, iflasın eşiğine gelir. Rusya'nın kışkırttığı Panslavist ajanlar, Balkanlar'daki Türk topraklarını karıştırır. Bu ortamda, padişaha şahsen düşman olan birkaç akılsız devlet adamı, Sultan Aziz'i tahtan indirirler (30 Mayıs 1876). Yeğeni (I. Abdülmecit'in büyük oğlu) V. Murat tahta geçer. Türk devleti, son derece büyük bir kargaşalığa düşer. 5 gün sonra Sultan Aziz bilekleri kesilmiş halde ölü bulunur. Darbeyi yapanlar, intihar olduğunu savunurlar. İntihara delalet eden emareler çok azdır. Padişahın sarayı ve serveti yağmalanır. Darbeyi meşrutiyet ilan etmek için yaptıklarını iddia edenlerin yalnız ikisi gerçekten meşrutiyetçidir. Diğerleri bu rejimin o zamanki imparatorluğa tatbik edilmeyeceğini bilenler veya koyu müstebid tabiatta bulunanlardır.
Amcasının tahttan indirilmesi ve ölümü, Çerkes Hasan Vak'ası, V. Murat'ın dengesini bozdu. 93 günlük Osmanlı tarihinin en kısa saltanatından sonra mecburen tahttan indirildi. 36 yaşında idi ve daha 28 yıl Çırağan Sarayı'nda yaşacak, zaten kısa müddet sonra iyileşecektir. Kardeşi II. Abdülhamit (1876-1909) tahta geçti.1876, Türkiye tarihinin gerçek dönüm noktalarından biridir. Sultan Aziz'in tahtan indirilmesi ve birkaç gün sonra, münakaşası asla bitmeyecek karanlık bir tarzda ölümü bütün ümitlerin bağlandığı genç V. Murat'ın 3 ay içinde tahttan alınmak mecburiyetinde kalması, Meşrutiyet münakaşaları, düşünülen yeni rejimin, milliyetler mozaiği halindeki Osmanlı İmparatorluğu'nda tatbik kabiliyeti olup olmadığı, Türk devleti için hayati problemlerdi. Dışarıda, Rusya ile kaçınılmaz savaş yaklaşıyordu. Balkanlar'da birkaç eyalet, kan, ateş, isyan ve huzursuzluk içindeydi. Böyle bir savaşta ezilecek olan Türkiye'nin artık tamamıyla azgınlaşan bir Avrupa emperyalizmi ile karşı karşıya, birçok millî menfaatini kaybedeceği muhakkaktı. Avrupa medeniyeti ile olan mesafe, artık kapatılması fazla ümit edilmeyecek derecede açılmıştı.
Gerçi 1876'da Japonya henüz büyük inkılabının yapmamıştı ve 1876 Türkiyesi ile uzaktan bile mukayese edilemeyecek derecede geri bir devletti. Ancak böyle bir inkılabı gerçekleştirecek coğrafî pozisyona, milli birliğe sahip bulunuyordu. Türk İmparatorluğunun coğrafî pozisyonu ise, bütün istilalara, yabancı müdahalelere açıktı. Milli birlik yoktu. Gayri Türk eyaletler, Avrupa devletlerinde olduğu gibi sömürge muamelesi görmüyor, ana vatanın birer parçası sayılıyordu. Devamlı dış baskılar ve bitip tükenmek bilmez savaşlar, Türkiye'nin kalkınmasını, ümitsiz bir ortama itiyordu.
1871'de Ali Paşa'nın ölümüyle, Tanzimat'ın güzel esasları bozulmuştu. Bu durumda bütün yollar, şahsi bir diktatörlüğe açık bulunuyordu. Bu diktatörlük, bizzat devletin sahibi sayılan padişahın şahsında tecelli edecektir. II. Abdülhamid'in, devlet idaresini Babıali'den Saray'a alan 30 yıllık şahsi idaresi için şartlar, 93 Bozgunu ile büsbütün olgunlaşacaktır. 1876'yı hemen takip eden yıllarda dağılacak ve Avrupa emperyalizminin zirvesine eriştiği anda parçalanacak bir Türk imparatorluğunun hayatının 30 yıl uzatılması, palyatif bir tedbir mahiyetinde olsa bile, sonsuz milli menfaatler sağlıyordu. Bu menfaatlerden ve zamanın Avrupa emperyalizmi aleyhine işlemesinden faydalanılabildiği takdirde, imparatorluk, belki daha dar bir çerçeve ve daha yeni müesseselerle devam edebilirdi. Bu faydalanma imkanı kullanılamadığı takdirde tarihin son Türk imparatorluğu, dağılmaya mahkumdu.II. Abdülhamit, hiç inanmadığı halde, Mithat Paşa'nın zoruyla I. Meşrutiyet'i ilan etti (23 Aralık 1876). Ancak, gemi azıyı almaz hale gelen ve bir çeşit meşrutiyet diktatörlüğüne kalkışan Mithat Paşa'ya tahammül etmeyerek onu Türkiye'den çıkardı (5 Şubat 1877). Az sonra ilk Meclis-i Mebusan açıldı (19 Mart 1877). Bu sıralarda Rus savaşı her gün daha yaklaşıyordu. II. Abdülhamit, kafi nüfuz elde edemediği için, tamamen muhalif olduğu bir savaşı engelliyemedi. Mithat Paşa ve avenesi, kendilerini Reşit Paşa ve ekibi sanmak çılgınlığına kapılarak, böyle bir savaşta, Kırım Harbi'nde olduğu gibi İngiltere'nin Türkiye'nin yanında yer alacağına inanmışlardı. Halbuki bu inancı destekleyen ve hazırlayan hiçbir şey mevcut değildi. Çeyrek asırdan beri dünya konjöktörü ve büyük Devletler dengesi de çok değişmişti.
1850 ile 1875 arasında dünya nüfusu 1.137 milyondan 1.326 milyona, bu nüfus içinde Büyük Devletlerin payı 898 milyondan 1,108 milyona ve diğer devletlerin payı 219 milyondan 189 milyona geçmişti. Büyük devletlerin durumu sömürgeleriyle beraber şöyleydi: İngiltere 259 milyondan 303 milyona, Almanya 17 milyondan (yalnız Prusya) 42 milyona, Rusya 68 milyondan 89 milyona, Fransa 39 milyondan 45 milyona, Türkiye 54 milyondan 64 milyona, Avusturya 39 milyondan 38 milyona, Çin 380 milyondan 430 milyona, Birleşik Amerika 23 milyondan 45 milyona, İtalya 27 milyona, İspanya 19 milyondan 25 milyona.
1580'de sayıları 5 olan bir milyondan fazla nüfuslu şehirler 8'e, yarım milyonla bir milyon arasındakiler 6'dan 14'e, yüz binle yarım milyon arasındakiler 187'den 192'ye, elli bini geçen bütün şehirler ise 291'den 375'e yükselmişti. 1875'te İngiltere'de elli binden fazla nüfuslu 86, Türkiye'de 39, Çin'de 34, Almanya'da 28, Fransa'da 26, Birleşik Amerika'da 23, Rusya'da 16, İspanya'da 15, İtalya'da 14, Japonya'da 13, Avusturya'da 11, Hollanda'da 10, İran'da 9, diğer bütün devletlerde 51 şehir bulunuyordu. 1875'te İstanbul, dünya şehirleri içinde 5. dereceye düşmüştü: Londra 4,000,000, Pekin 1,650,000, İstanbul 1,200,000, Berlin 1,120,000, Viyana 1,000,000, Kanton 1,000,000. bu tarihte cihan tarihinde ilk defa olarak bir şehir (Londra) nüfusu 4 milyona erişmiştir.
1875'e doğru İngiltere, kara ordusu hariç, hemen bütün belli başlı sahalarda (donanma, deniz ticareti, iktisat, maliye, dış ticaret, sanayi, sömürgeler, şehirleşme, eğitim, siyasî istikrar, gerçek parlamenter demokrasi vs.) münakaşasız şekilde dünyanın en ileri devleti idi. Almanya ise, dünyanın birinci kara ordusuna sahipti. Türk ordusu dünyada 4. ve donanması 3. idi. Bu durum, 93 darbesi ile alt üst olacaktır.
Sırbistan, Romanya ve Karadağ prenslikleri, metbûları Türkiye'ye isyan ederek, savaşta, Rusya'nın yanında yer aldılar. Yunanistan da aynı şeyi yaptı. Rusların Tuna'yı geçmesi ile (22 Haziran 1877) bu cephede savaş başlamıştı. Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir (Abdi) Paşa'nın düşmanın Tuna'yı geçmesine seyirci kalmasıyla harp, yarı yarıya kaybedildi. Müşir Gazi Osman Paşa'nın Plevne'de düşmana karşı üç defa ard arda kazandığı parlak zaferlere (20 Temmuz, 30 Temmuz, 11 Eylül 1877) ve savunma savaşına yeni prensler (10 Aralık ). Müşir Süleyman Paşa'nın 7 gün, 7 gece zorlandığı Şıpka'yı geçemeyip (20-26 Ağustos 1877) Türk ordusunun Balkan dağlarının kuzey ve güneyinde bölünmesi esasen Plevne için ümitleri söndürmüştü. Sofya (3 Ocak 1878), Niş (10 Ocak), Vidin (24 Şubat) düştü ve artık Ruslar, Edirne'yi de alıp Yeşilköy'e kadar geldiler. Doğu cephesinde Müşir Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın Rusları ard arda birkaç bozguna uğratması da devamlı ve büyük takviyeler alan düşmanı durduramadı. Kars düştü (18 Kasım 1877). Fakat düşman Erzurum önlerinde çakıldı. Bu şehir halkının da katıldığı destanî bir savunma karşısında Ruslar, Erzurum'u düşüremeyip çekildiler. 31 Ocak 1878'de Edirne müzakeresi imzalandı.Bu savaş Çar'ın ve padişahın arzu etmemelerine rağmen, bir taraftan panslavistelerin, diğer taraftan Mithat Paşa takımının kışkırtmaları ile çıkmıştır. İyi bir savunma vereceği umulan Türk kuvvetleri gerçi yer yer büyük başarılar gösterdiler ve düşmana çok ağır kayıplar verdirip Rusları çok kritik durumlara getirebildiler. Fakat Türk müşirleri arasında, muharebe meydanlarına kadar akseden çok çirkin rekabet kavgaları vardı. Bu yüzden düşman, İstanbul kapılarına kadar geldi. Sultan Aziz'in en büyük fedakarlıklarla kurduğu muazzam ve modern silahlı kuvvetler, liyakatle kullanılamadı. Müşirlerin çirkin post kavgalarına karışan II. Abdülhamit "harbi Yıldız'dan yönetmekle" suçlandı.
Meclis-i Mebusan süresiz tatile sevkedildi (13 Şubat 1878). Fakat Kanun-ı Esasî (1877 Anayasası) ilga edilmedi. Bu şekilde I. Meşrutiyet, 1 yıl 1 ay, 25 gün, Meclis-i Mebusan ise sadece 10 ay, 25 gün devam etti. Bu tarihte, II. Abdülhamit'in şahsi idaresi başladı ki bu 30,5 yıllık devreye (Devr-i İstibdat = İstibdat Devri" denmektedir. Milletvekillerinin yarısından fazlasının Türk olmaması, bunların aşırı istekleri, parlamentoyu imparatorluğun geleceği için tehlikeli kılmıştı. Zira Osmanlı Devleti'nde anavatan - sömürgeler ayrımı yoktu. İngiltere, Fransa gibi Avrupa devletleri parlamenter demokrasiyi rahatlıkla tatbik edebiliyordu. Zira İngiltere'de parlamento, sadece Büyük Britanya milletvekillerinden kurulu idi. İngiltere'nin yüzlerce milyon insan yaşayan sömürgeleri bu parlamentoya tek milletvekili bile sokamıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun anavatan - sömürge ayrımı yapmaması, bu imparatorluğun hem çabuk dağılmasına sebep olmuştur, hem de demokrasiyi imkansız veya çok güç uygulanır hale getirmiştir.
Rusların el çabukluğu ile Türkiye'ye imzalattıkları Ayastafanos Anlaşması (3 Mart 1878), Türk Devleti için son derece zararlı idi. Avrupa devletlerinde tepki yarattı. II. Abdülhamit'in şahsi diplomasisi, bu tepkileri çok iyi değerlendirdi, kışkırttı. Berlin'de bir kongre toplandı. Berlin Anlaşması (13 Temmuz 1878), mağlup Türkiye'nin 1699 Karlofça'dan beri imza koyduğu en ağır anlaşma olmakla beraber, Ayastafanos'un feci şartlarını hayli hafifletiyor, Türkiye'yi Balkanlar'dan tasfiye etmiyor, hatta Türkler'in Balkanlar'daki hayatını bir kuşak uzatıyordu. Bu anlaşmayı II. Abdülhamit, Kıbrıs'ı İngiltere'ye kiralamakla sağlayabildi. Bu büyük kargaşalıkta, Rus düşmanı İngiliz başbakanı Lord Disraeli, Kraliçe Victoria'yı "Hindistan İmparatoriçesi" ilan etti ve birbirine düşmüş Büyük Devletler, bu ünvanı kabul ettiler. İngiltere, 1857 Sipahi ihtilali üzerine Hindistan'daki Timur oğullarının artık tamamen unvandan ibaret kalan imparatorluğunu ilga etmiş, Hindistan'ın son Türk imparatoru II. Bahadır Şah'ı Birmanya'ya sürmüş, fakat İngiltere hükümdarına - 9 asırdır Türkler'de bulunan - "Hindistan İmparatoru" titrini vermeye cesaret edememişti.
Berlin Anlaşmasına göre Türkiye, Yunanistan'dan yarım asır sonra, kendisine tabi 3 Balkan devletinin istiklal kazanmasını kabul ediyordu; bu suretle Romanya, Sırbistan ve Karadağ prenslikleri, Türkiye'den ayrılıyordu. Balkan Dağları'nın kuzeyinde Türkiye'ye bağlı iç işlerinde otonom bir Bulgaristan Prensliği, güneyinde de imtiyazlı bir Doğu Rumeli eyaleti kuruluyor, merkezleri Sofya ve Filibe oluyordu. Bu suretle imparatorluğun Tuna vilayeti (ki sınırları bugünkü Bulgaristan'dan çok genişti) tarihe karışıyordu. Bosna-Hersek'in idaresi Avusturya-Macaristan'a bırakılıyordu. Kars ve Artvin ile Batum, Rusya'ya veriliyordu. Ayrıca Rusya'ya 802,500,000 altın frank harb tazminatı yıllık taksitler halinde ödenecekti. Avrupa'da kesin kayıplar 237,298 km2 toprak ve 8,184,000 nüfustu (bu günkü nüfus 25 milyondan fazla). İmtiyaz verilmiş Bulgaristan, Doğu Rumeli, Bosna-Hersek, bu savaş dolayısıyla elden çıkan Kars, Artvin, Tunus gibi yerler bu rakamların dışındaydı. Bunlar da ilave edilince imparatorluğun kaybı korkunç oluyor, bugün üzerinde 50 milyon insanın yaşadığı topraklar bırakılıyordu. Padişahın muhalefetine rağmen, Karadağ'a bir kaza bırakmamak için kabul edilen savaşın, Mithat Paşa ve avanesinin açtığı belanın bilançosu bu idi.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Esma-ül Hüsna |
|
|
|
|
|
|
|
ALLAH c.c En Güzel Isimleri |
|
|
|
|
|
|
|
|
Veda hutbesi |
|
|
|
|
|
|
Veda Hutbesi |
|
|
|
|
|
|
|
hergün bir hadis |
|
|
|
|