Bir Müslümanın “Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat” Olabilmesi İçin İnanması Gereken Konular;
Konu 1: İyi ve fasık her müslümanın arkasında namaz kılmanın caiz (geçerli) olduğuna inanmak.
Çünkü Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“İyi ve kötü herkesin arkasında namaz kılınız” buyurmuştur. (Beyhaki Sünen-i Kübra No: 6832 4/29, Darekutni: 2/57)
Ayrıca ümmetin alimleri, tenkit ve inkar konusu yapmaksızın fasıkların, heva ve bid’at ehlinin arkasında namaz kılmışlardır. (Şerhu’l Akaid shf 240)
Hatta İbn-i Ömer ve Enes ibn-i Malik (Radiyallahu Anhüma), zamanlarının en fasığı olan Haccac-ı Zalim’in ardında namaz kılmışlardır. Bu nedenle Seleften bazı kişilerin fasık ve bid’atçıların arkasında namaz kılmaktan Müslümanları menetmeleri kerahete hamledilir.
Nitekim Mülteka şerhi “Mecmeu’l-Enhur” (Damat) kitabında: “Kölenin, Bedevinin, Körün, Fasıkın, Mübtedi’ (Bid’atçı) nın ve Veled-i zinanın imam olması mekruhtur, imam olmaları durumunda namaz caizdir” denilmiştir.
Konu 2: Kıble ehlini, işlediği günahı helâl saymadıkça küfre nisbet etmemek.
Kıble ehli: İnanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı itikadi mezheplere müntesip olan bütün Müslümanlardır.
Konu 3: İster iyi olsun, ister kötü olsun iman üzere ölen herkesin cenaze namazının kılınacağına inanmak.
Çünkü Vasile ibn-i Eska’ (Radiyallahu Anh) dan rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde:
“Her (müslüman) ölünün üzerine (cenaze) namaz (ını) kılın.” buyurmuştur.
Hadis-i şerifteki ölüden maksat müslüman ölüsüdür. Buna göre cenaze namazı yalnız ibadet ehli olan kimselere mahsus olmayıp, kıble ehlinden olan her günahkâr müminin de cenaze namazı kılınır.
Konu 4: Kur’an’ın mahlûk (yaratılmış) olmadığına inanmak.
Kur’an-ı Kerim son Peygamber Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e Allah-u Teala tarafından Cebrail (Aleyhisselam) aracılığı ile inmiş ve ondan tevatür yoluyla nakledilmiş olan kutsi bir kitaptır.
Kuran bizzat Allah-u Teala’nın kelamıdır. Bunda melek ve Peygamber sadece vasıtadır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla Allah-u Teala’nın vahyini telâkki etmesi iki suretledir:
1- Cebrail (Aleyhisselam) melekiyyetten beşeriyyete, (insan suretine) intikal edip Allah-u Teala’nın kelamı olan Kur’an’ı Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e talim ederdi.
2- Bazen de Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beşeriyyetten melekiyyete yükselerek Allah u Teala’nın vahyine mazhar olur, Elfaz-ı Kur’aniyye’yi (Kur’an’ın lafızlarını) telakki eder (vasıtasız olarak bizzat Allah-ü Teala’dan alır).
“Bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim yalnız manası ile değil, elfazı ile de Peygamber Efendimizin kalbine indirilmiştir.”
Kur’an’a Vahy-i Metlüv (namazda kıraat olarak okunan vahiy) denilmesi de bu sebeptendir.
Kur’an-ı Kerimin dört unsuru vardır:
1- Lafız olması,
2- Arapça olması,
3- Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e indirilmiş olması,
4- Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olması.
Bu dört unsurdan biri noksan olursa Kur’an olmaz. Binaenaleyh günümüzde bir çok dile çevrilen Kur’an-ı Kerim’in çevirilerine: “Meal” denir, “Kur’an” denilmez.
Netice olarak; Kur’an-ı Kerim manası itibariyle mucize olduğu gibi lafızları itibarıyla da mucizedir.
Çünkü Kur’an Kerim, kendisinin Allah-u Tealâ’nın sözü olmayıp, Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in sözü olduğunu iddia edenlere karşı:
“Eğer bu, insan sözü ise siz de böyle bir söz söyleyiniz. Bütün insanlar, cinler bir araya toplansalar, görülen ve görülmeyen bütün kuvvetler bir araya gelse ve birbirlerine yardım etseler yine, bu Kur’an’ın en kısa bir suresine, bir satırına benzer bir şey yapamazlar.” (İsra Suresi:88 den mealen) diye meydan okumuştur.
Ve bunu yapmak için pek çok uğraşanlar olduğu halde, bugüne kadar yapılamamıştır ve yapılamayacaktır.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in bozulmadan kıyamete kadar kalmasını Allah-u Teala dilemiş olduğundan Kur’an’a bu özelliği vermiş ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den itibaren her asırda müslümanların içinde yüz binlerce insan bu mukaddes kitabı ezberlemişlerdir.
Kur’an’ın mahlûk (hadis; sonradan yaratılmış) veya gayr-ı mahluk (kadim; evveli olmayan bir kitap) olduğu konusuna gelince;
Bu konuya girmeden Allah-u Teâlâ’nın zati sıfatlarından olan Kelam sıfatından bahsetmemiz gerekir.
Kelam sıfatı Allah-u Teala’nın ezeli (evveli olmayan) sıfatıdır.
Zira hadis (sonradan yaratılan) şeylerin, kadim (evveli olmayan) Allah-u Teala’nın zatıyla kaim olması (zatında bulunması) zaruri olarak imkansızdır.
Allah-u Teala’nın zatında olan kelam sıfatı ses ve harf cinsinden değildir. Çünkü bir kelimenin ilk harflerinin telaffuz edilmesi bitmeden ikinci hecedeki harflerin söylenmesi imkânsızdır.
Bu itibarla ses ve harf cinsinden olan Ke1am, hadis (sonradan yaratılmış) dır.
Müellif Ömer Nesefi: “Allah-u Teala’nın kelamı olan Kur’an, mahlûk (hadis; sonradan yaratılmış) değildir” diyerek Kelâm-ı Nefsi yani, ses ve harf cinsinden olmayan ve Allah-u Teala’nın zatıyla kaim olan mananın kadim (ezdi) olduğunu; hadis (sonradan yaratılmış) olmadığını söylemiştir.
Netice olarak deriz ki: Allah’ın kelamı olan Kur’an, ses ve harf cinsinden olmayıp zatıyla kim olan bir manadır ve ezelidir.
Ehl-i Sünnet alimleri, “Kur’an, gayr-i mahlûktur” derken Allah-u Teala’nın zatıyla kaim olan mananın (ki, bu manaya da Kur’an denilmektedir) gayr-i mahluk (sonradan yaratılmamış) olduğunu söylemektedirler.
Konu 5: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in miracının hak olduğuna inanmak.
MİRAC: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Mescid-i Aksa’ya vardıktan sonra, semaya ve oradan da Allah-u Teala’nın dilediği makamlara yükselmesidir.
EhI-i Sünnet vel cemaatın geneline göre mirac, hem ruh hem de bedenle gerçekleşmiştir.
Mirac, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in hadisiyle sabit olmuştur. Ancak hakkında varid olan hadisler mütevatir olmayıp, meşhür ve Ahad olduklarından, miracı inkar eden kafir değil, bid’atçıdır (Ehl-i Sünnetten çıkmıştır).
İsra hadisesine gelince:
İSRA: Allah-u Teala’nın Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i gece vaktinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksaya götürmesidir.
İsra, AIlah-u Teala’nın:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescidi Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren zatı tenzih ederim. (o Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir). Şüphesiz ki 0, ziyade işiten, hakkıyla görendir.” (İsra Suresi:1)
Ayeti ile sabit olduğundan İsra’yı inkâr eden kafir olur.
Konu 6: Müminlerin cennette Allah-u Teala’yı göreceklerinin hak olduğuna inanmak.
Müminler kendileri cennette oldukları halde Allah-u Teala’yı bir cihetten, bir mekândan ve bir şekilden münezzeh olarak görmek şerefine nail olacaklardır. Allah-u Tealâ’yı görecekleri nakli delille sabittir.
Cerir (Radiyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sizler şu ayı zahmetsizce gördüğünüz gibi Rabbinizi de muhakkak öyle göreceksiniz.”
Konu 7: Cennet ve Cehennemin hali hazırda yaratılmış olduğuna inanmak.
Zira Allah-u Teala Cennet hakkında mazi (geçmiş zamanı ifade eden) fiil sığasıyla;
“Cennet muttaki (takva sahibi kimse) ler için hazırlanmıştır.” (Ali İmran Suresi:133 den);
Cehennem hakkında da;
“Cehennem kâfirler için hazırlandı.” ‘Bakara Suresi:24 den) buyurmuştur.
Konu 8: Sahabenin sadece hayırla anılacağına inanmak.
Zira sahabelerin menkıbeleriyle ve kendilerine dil uzatmaktan kaçınmanın vacip oluşuyla ilgili olarak sahih hadisler rivayet edilmiştir.
Nitekim Ebu Said El-Hudri (Radiyallahu Anh) dan rivayete göre Resulullah (Sahallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Ashabıma’ sövmeyiniz, sizden biriniz uhud dağı kadar (altın) verse, onların (verdiği) bir müd (denilen ölçekle) hatta yarım müd sadakadan aldığı sevaba nail olamaz.”
Abdullah ibn-i Muğaffil ((Radiyallahu Anh)) dan rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ashabım hakkında Allah (-u Teala) dan korkun. Allah (-ü Teala) dan ashabım hakkın da korkunuz da onları benden sonra (husumet oklarının) hedef (i) haline getirmeyiniz. Her kim sahabeyi severse, beni sevdiği için onları sevmiş olur. Her kim onlara buğzederse, bana buğzettiği için onlara buğzetmiş olur. Her kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Her kim beni incitirse Allah Tealâ’yı incitmiş olur. Her kim Allah (-u Teala) ya eza ederse; Allah (u-Teala) onu (yaptığı ezaya karşı cezalandırmak ve azap etmek için) yakalayıverir.”
Ayrıca Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin ve diğer büyük sahabiler (Radıyallahu Anhum) den her birinin menkıbeleri hakkında sahih hadisler vardır.
Sahabiler arasında vaki olan münazaa ve harbleri, ictihadi hata ve benzeri yorumlarla yorumlamak ve değerlendirmek gerekir.
Bu sebeplerden ötürü sahabiye sebbetmek (sövmek) ve haklarında ileri geri konuşmak; şayet kesin delillere aykırı düşüyorsa küfürdür.
(Hazreti Aişe validemizin iffetine yapılan iftira gibi). Zira Allah-u Tealâ Nur suresinin ayetlerinde, Hazreti Aişe (Radiyallahu Anha) validemize yapılan iffetsizlik iftirasının asılsız olduğunu beyan etmiştir.
Eğer sahabiye sebbetmek ve haklarında ileri geri konuşmak kesin delillere dayanmıyorsa, buda bidat ve fasıklıktır.
Konu 9: Amellerin tartılmasının hak olduğuna inanmak.
Çünkü Allah-u Tealâ:
“0 gün Vezn (amellerin tartılması) haktır” buyurmuştur. (Araf Suresi: 7 den>
Mizan: Sevap ve günah bakımından amellerin miktarının bilinmesini sağlayan şeyden ibarettir.
Akıl, bu terazinin mahiyetini ve tartma keyfiyetini idrak edemez.
Konu 10: Sıratın hak olduğuna inanmak.
Sırat: Cehennemin üzerinden uzatılmış olan kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüdür.
Cennetlikler bunun üzerinden göz açıp, kapayacak bir zamanda, yıldırım gibi, rüzgar gibi, süvariler gibi geçerler.
Cehennemlikler ise, sıratın üzerinden geçerken ayakları sürçer ve yuvarlanarak cehenneme düşerler.
Konu 11: Büyük günah işleyenler hakkında Peygamberlerin ve hayırlı kişilerin şefaat etme yetkilerinin var olduğuna inanmak.
Zira Enes İbn-i Malik (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şefaatim, ümmetimden kebire (büyük günah) sahipleri içindir.” buyurmuştur. (Ebü Davud)
Osman İbn-i Affan (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat edecektir; Peygamberler, Âlimler ve Şehitler.”
Konu 12: Büyük günah işleyen Müslümanlar tevbe etmeden ölseler dahi cehennem de ebedi olarak kalmayacaklarına inanmak.
“Kim zerre kadar hayır işlerse, onu görecektir.” (Zilzal Suresi: 7)
Kur’an-ı Kerim’de bu ve bu manada bir çok ayet-i kerime vardır.
Mü’min olan bir kimsenin ne kadar günahı olsada imanı bulunduğuna göre mutlaka hayrı vardır. Zerre kadar hayır işleyen bunun sevabını göreceğinden o kişinin neticede mutlaka cennete gireceği muhakkaktır. Çünkü cehennemde kaldığı sürece imanının mükafatını görmesi imkansızdır.
Konu 13 Amelin imandan cüz olmadığına inanmak.
Zira iman; Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u Teala’dan getirdiği zarûri ve kesin olarak bilinen şeylerin tamamına inanmaktır.
Bu kavram, azlığı ve çokluğu kabul etmez. Dolayısıyla iman ne artar, ne eksilir. Bu tasdik kendisinde olana: “Mümin”, olmayana: “Kâfir” denir.
İman iki rükün (temel) den ibarettir;
<!--[if !supportLists]-->1- <!--[endif]-->Kalb ile tasdik,
<!--[if !supportLists]-->2- <!--[endif]-->Dil ile ikrar.
Kalb ile tasdik rükn-i asli’dir; dil ile ikrar ise rükn-i zaiddir.
Rükn-i asil olan kalb ile tasdik hiç bir surette müminden düşmesi ihtimali bulunmayan bir rükündür.
Rükn-i zait olan ikrar ise müminden düşmesi ihtimal dahilinde olan bir rükündür.
Şöyleki; öldürülmekle veya bir uzvunun telef edilmesiyle veyahut şiddetli bir dayakla tehdit edilmesi durumunda dil ile ikrar düşebilir.
Nitekim dilsiz hakkında da bu rükün düşünülemez.
Konu 14: Şirkin dışında büyük günah işlemenin mümini iman dairesinden çıkarmayacağına inanmak.
Bu konu bir önceki konunun neticesi konumundadır.
Büyük günahlar, İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhüma) dan rivayet edildiği üzere dokuzdur:
1- Allah-u Teala’ya şirk koşmak,
2- Haksız yere adam öldürmek,
3- Namuslu kadının iffetine iftira etmek,
4- Zina etmek,
5- Savaştan kaçmak,
6- Sihir (büyü yapmak veya yaptırmak),
7- Yetim malı yemek,
8- Müslüman olan ana ve babaya asi olmak,
9- Mescid-i Haram’da günah işlemek.
Ayrıca Ebû Hureyre, bunlara faiz yemeyi, Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) hırsızlığı ve şarap içmeyi eklemiştir.
Konu 15: Allah-u Tealâ’nın duaları kabul edip, ihtiyaçları göreceğine inanmak.
Çünkü Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de;
“Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” buyurmuştur. (Gâfir Suresi: 60’dan)
O halde hayatta olan insanların ölülere dua etmelerinde ve onlar için sadaka vermelerinde fayda vardır.
Bu konuya delil olarak Taftazani (Rahimehullah),”ölülere, özellikle cenaze namazında yapılan dualarla ilgili olarak nakledilen sahih hadisler vardır.
Ve selef (geçmiş büyükler) de, bu gibi hususlar öteden beri anane haline gelmiştir. Yapılan duada ölü için fayda olmasa, bu gibi şeylerin manasız olması gerekirdi” demiştir.
Aişe (Radıyallahu Anha) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Sayıları yüze varan bir cemaatin namazını kıldığı ve hep birlikte duacı olduğu hiç bir ölü yok ki, bunların o zat hakkındaki duaları kabul edilmemiş olsun” buyurmuştur.
Konu 16: Kulun kendi iradesiyle yaptığı bütün iyi ve kötü fillerinin yaratıcısının Allah-u Tealâ olduğuna inanmak.
Çünkü Allah-u Tealâ Kur’an-ı Kerim’de;
“Sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah (-u Teala) dır.” (Saffat Suresi: 96)
“Yaratan, yaratamayan gibi olur mu? düşünmez misiniz?” buyurmaktadır. (Nahl Suresi: 17)
Bu ayet-i celile yaratıcılıkla övünme makamında nazil olmuştur. Şayet yaratıcılık Allah-u Teala’ya ait olmasaydı, bu ayetle övünmesinin bir manası olmazdı.
Ehl-i Sünnet Vel cemaat mezhebinden olan bir kişinin bu şekilde inanması lazım geldiği için yaratmak kelimesini kullara isnad ederek: “Falanca kişi yarattı” demekten sakınmalıdır.
SORU: Kulun bütün fiillerini yaratan Allah-u Teala olduğuna göre, kul yaptığı fiilden niçin mes’uldür.
CEVAP: Allah-ü Teala kullarına hayrı da şerri de seçebilecek bir irade vermiştir.
Kul, bu seçme kudretini hayır ve şerden dilediği cihette (yönde) kullanabilir. Kulun iradesini hayra ve şerre sevketmesine: “Kesb” denilir.
Kulun bu kesbinin Allah-u Tealâ’nın kul için yaratmış olduğu fiille ilgisi ve birlikteliği vardır.
Dolayısıyla kulun yapmış olduğu fiilde Allah-u Teala’nın onu cebretmesi (zorlaması) söz konusu olamaz.
Görüldüğü gibi kulun mesuliyeti kesbinden kaynaklanmaktadır.
Konu 17: Yolcu veya yolcu değil iken mestler üzere mesh etmenin caiz olduğuna inanmak.
Hasan-ı Basri (Radıyallahu Anh) demiştirki; “Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ashabından ulaşmış olduğum yetmiş kişinin hepsi mest üzere mesh etmenin caiz olduğu görüşünde idi”.
Bundan dolayı Ebû Hanife (Radıyallahu Anh) “Gün gibi açık deliller elde etmedikçe, mestler üzere meshin caiz olduğuna kanaat getirmedim.” demiştir.
Tabakât-ı Fukaha’nın üçüncü tabakasından: “Müctehid fil mes’ele (müctehidin görüşünün bulunmadığı meselelerde müctehidin kaide ve usulüne uygun bir şekilde ictihad etme yetkisine sahip) olan İmam-ı Kerhi (Rahimehullah) demiştir ki;
“Mest üzere mesh etmenin caiz olmadığına kanaat getirenlerin kafir olmalarından endişe ederim.”
Çünkü bu konuda nakledilen eserler ve haberler tevatür hükmündedir. Netice; mest üzere mesh etmenin caiz olmadığı kanaatine varanlar bidat ehlidir.
Konu 18: Kabirde Münker ve Nekir’in sual sormalarının hak olduğuna inanmak.
Münker ve Nekir: Kabre girerek, insana Rabbinden, dininden ve Peygamberinden sual soran iki melektir.
“Ölü mezara gömülünce, birine: ‘Münker’ diğerine: ‘Nekir’ adı verilen siyah ve gözleri mavi iki melek gelir. Ona derler ki, ‘şu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) denilen zat hakkında ne dersin?’ O da (dünyada) dediğini söyler. ‘O, Allah (-ü Tealân) ın kulu ve Resulü dür. Ben şehadette bulunurum ki, Allah (-u Tealâ) dan başka ilah yoktur, Muhammed (Aleyhisselam) da O’nun kulu ve Resulüdür.’ Bunun üzerine melekler; ‘biz senin böyle diyeceğini zaten biliyorduk.’ derler. Sonra onun mezarı enine ve boyuna yetmiş arşın genişletilir. Daha sonra bu ölünün mezarı aydınlatılır. Neticede melekler ölüye: ‘Yat, uyu’ derler. 0 da (sevincinden dolayı): ‘Aileme döneyim ve (bu iyi halimi onlara) haber vereyim (mi?)’ der. O zaman Melekler ‘Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et.’ derler.
Ölü münafık olursa; ‘Halkın Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında bir şeyler söylediklerini işittim, ben de onlar gibi konuştum, başka bir şey bilmiyorum (yani onun gerçekten Peygamber olup olmadığını bilmiyorum)’ der. Melekler: ‘Böyle diyeceğini zaten biliyorduk.’ derler. Daha sonra yere: ‘Bu adamı alabildiğine sıkıştır.’ diye hitap edilir. Yer de başlar adamı (mengene gibi) sıkıştırmaya... 0 kadar ki (kaburga) kemikleri hur da haş olur. Allah-u Tealâ onu o yattığı yerden diriltinceye kadar orada daima azaba uğratılır.” (Tirmizi )
Konu 19: Kâfirlere ve asi olan bazı müminlere yapılacak kabir azabının hak olduğuna inanmak.
Çünkü İbn-i Abbas (Radıyallahu Anhüma) dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanına uğradı ve şöyle buyurdu;
“Bunlar azap olunuyorlar, büyük bir şey hakkında azap olunmuyorlar. Evet (insanlar katında değilse de Allah-u Tealâ katında büyük bir şeyle azap olunuyorlar). Bunlardan biri küçük abdestten sakınmazdı (üzerine sidik sıçratırdı). Diğeri ise laf taşırdı.” Daha sonra yaprakları soyulmuş yaş bir dalı aldı ve onu iki parçaya böldü. Sonra her bir kabre bir parça koydu. 0 zaman sahabe-i kiram: “Ya Resûlallah! Bunu niçin yaptın?” diye sorduklarında, Resulullah ‘(Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bu çubuklar yaş kaldıkları müddetçe, onların azaplarının hafifletileceğini umarım.” buyurdu.
(Buhari, Vüzü ‘:54 No: 213, 1/88 Müslim, İman: 34 No: 292, 1/240 Ebu Davud, Taharet:11 No:20)
Kabir azabı hakkında daha çok hadis-i şerifler vardır, biz bir tanesiyle yetindik.
Konu 20: Müslümanların Cennete girmeleri, amellerinin karşılığı olmayıp, bilakis Allah-u Tealâ’nın fazl-u keremi ile olduğuna inanmak.
Müminlerin Cennetteki derecelerinin farklı olması amellerinin azlığı ve çokluğuna bağlıdır.
Ancak cennete girmeleri Allah-u Tealâ’nın fazl-u keremine bağlıdır. Zira kulların yapmış olduğu ameller çok bile olsa, Allah-u Teala’nın verdiği nimeti karşılaması düşünülemez.
Nitekim Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Hiç birinizi ameli Cennete sokamaz” ‘buyurdu. 0 zaman: “Sen de mi? Ey Allah’ın Resulü!” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ben de (giremem). Ancak Allah (-u Tealâ) beni fazl-u rahmetiyle kuşatırsa (girebilirim).” buyurdu.
(Buhari, Merza:19 No:5349, 5/2147 Müslim, Sıfatü ‘l-Münafikin:l7 No:2816, 4/2169)
Konu 21: Öldürülenin, eceliyle öldüğüne inanmak.
Şöyleki Allah-u Teala öldürme hadisesinin gerçekleşeceğini, evveli olmayan ilmi ile bilmiş olduğundan öldürülenin ecelini ona göre belirlemiştir.
Katil ise yasak olan öldürme cinayetini işleyip Allah-u Teala’nın takdirinin bu şekilde tecelli etmesine sebep olduğu için mesul olmuştur.
0 halde öldürülen kişi için: ‘ (ölüm zamanı) nı tamamlamadan ölmüştür.’ denilemez.
Konu 22: Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisinin Hazreti Ebûbekr-i Sıddık ve Hazreti Ömer (Radıyallahu Anhüma) olduğuna inanmak.
Konu 23 : Hazreti Osman ve Hazreti Ali (Radiyallahu Anhüma) yı sevmenin gerekliliğine inanmak.
Ehl-i Sünnetin cumhuru (çoğunluğu) na göre, Hazreti Osman, Hazreti Ali’den üstündür. Bazıları bunun aksini iddia etmişlerdir.
Konu 24: Veliler (Allah-u Teala’nın dostların) ın, kerametlerinin hak olduğuna inanmak.
Veli: İmkan dahilinde Allah-u Teala ve sıfatları hakkında bilgi sahibi olan, ibadetlere devam eden, günahlardan kaçınan, lezzetlere ve şehvetlere dalmaktan yüz çeviren, dünyaya sırt çeviren, kalbine yönelen, Mevla Teala’yı zikre devam eden kişidir.
Mucize: Peygamberlik davasıyla ilgili olan harikulade hadiselerdir.
Velilerin kerameti: Peygamberliği iddia etmemek şartıyla onlardan zuhûr eden harikulade (adet dişi) hadiselerdir.
İstidrac: İman ve amelle ilgisi bulunmayan kişilerden zuhûr eden harikulade hadiselerdir.
Veli olan kişi bir Peygambere tabi olduğunu ikrar ettiği için onun göstermiş olduğu keramet, tabi olduğu Peygamber için mucize sayılır.
Bu kerametler ne gibi şeylerdir?
Tayy-i Mekân: (az süre içinde uzun mesafe katetmek).
Mesela; Süleyman (Aleyhisselam) in adamı olan Asaf İbn-i Berhiya’nın göz açıp kapama süresi içerisinde Belkıs’ın tahtını uzak bir mesafeden getirmesi gibi. (Neml Suresi: 40)
İhtiyaç duyulduğunda yenilecek, içilecek ve giyilecek şeylerin kendiliğinden ortaya çıkması.
Nitekim Hazreti Meryem hakkında bu durum gerçekleşmiştir. (Ali imran Suresi: 37)
Su üzerinde yürümek, havada uçmak, cansız maddelerin ve hayvanların konuşmaları ve benzeri şeyler Selef-i Salihinden, inkarı mümkün olmayacak derecede çok kişiden nakledilen harikulade hadiselerdir.
Konu 25: Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Cennetle müjdelemiş olduğu on kişinin cennetlik olduğuna dair şahadette bulunmanın hak olduğuna inanmak.
Nitekim Abdurrahman ibni Avf (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
1- Ebûbekir (Radıyallahu Anh), cennettedir.
2- Ömer (Radıyallahu Anh), cennettedir.
3- Osman (Radıyallahu Anh), cennettedir.
4- Ali (Radıyallahu Anh), cennettedir.
5- Talha (Radıyallahu Anh), cennettedir.
6- Zübeyr (Radıyallahu Anh), cennettedir.
7- Abdurrahman bin Afv (Radıyallahu Anh), cennettedir.
8- Sa’d (bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh)), cennettedir.
9- Said (bin Zeyd (Radıyallahu Anh)) cennettedir.
10- Ebu Ubeyde bin Cerrah (Radıyallahu Anh), cennettedir.”
Tirmizi, Menakib:26, No:3 747, 5/647, Ebu Davud, Sünnet:8, No:4 649, 2/623, Ahmed ibni Hambel, Müsned, No:1675, 1/410)
Yine böylece Hazreti Hatice, Hazreti Fatıma, Hazreti Aişe ile Hasen ve Hüseyn (Radiyallahu Anh) ve diğer bazı sahabeler hakkında cennet müjdesi dünyada verilmiştir.
Bu hususta bir çok hadis-i şerif ve rivayetler mevcuttur.
Bunları veya bunlardan birini tenkit eden kişi mübtedi’ (ehl-i bid’at) tır.
Biz bütün müminlerin cennet ehli, kafirlerin de cehennem ehli olduklarına şahitlik ederiz fakat hakkında bir nas (ayet ve hadis gibi bir delil) bulunmadıkça belli bir kimsenin cennetlik veya cehennemlik olduğuna dair şahitlikte bulunamayız.
Konu 26: Kitabın hak olduğuna inanmak.
Yani hafaza meleklerinin, mükellef kulun taat ve isyanlarını yazdıkları divan haktır. Bu defter mü’minlere sağ elinden kafirlere ise sol ellerinden ve sırtlarının arkasından verilecektir. Fasık mü’mine defteri nasıl verileceğine dair ihtilaf varsa da meşhur olan görüş, sağ tarafından verileceğidir.
Konu 27: Sualin hak olduğuna inanmak.
Kıyamet günü hesap zamanı Mevla Teala’nın, kullarına dünyada yaptıklarını sorması haktır. Mevlâ Teala mü’minlerin günahını teşhir etmeyip onlarla teke tek görüşecek ve neticede günahlarını mağfiret edecektir. Kâfirler ve münafıklar hakkında ise bütün mahlûkatın huzurunda:
“İşte bunlar, Rablerine karşı iftirada bulunanlardır. Allah’ın laneti o zalimlerin üzerine olsun.” (Hud Suresi:18 den) diye nida edilecektir.
Konu 28 : Havz-ı Kevser’in hak olduğuna inanmak.
Abdullah ibni Amr (Radıyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre Bu hususta Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim havzım (açıları eşit olmak üzere) bir aylık genişliktedir. Onun suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları gökteki yıldızlar gibi (çok) tur. Ondan (bir kere) içen artık ebedi susamaz.”
(Buhari, Rikâk:53, No:6208, 5/2405, Müslim, FezâiI:9, No:2292, 4/1793, Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No:15123, 5/189)
Konu 29: İnsanların Peygamberlerinin, meleklerin Peygamberlerinden, meleklerin Peygamberlerinin, insanların Peygamber olmayanlarından, insan