KÖRKÜLERALPEREN Dostluğa açılan el

SELÂMÜNALEYKÜM ZİYARETÇİ

 
  ANA SAYFA
  KUR'AN-I KERİM
  PEYGAMBERİMİZ
  EHL-İ SÜNNET
  SÜNNET-İ SENİYYE EDEPTİR
  ALDANAN KİM ?
  NAMAZ
  NAMAZIN ÖNEMİ
  RESİMLİ NAMAZ HOCASI
  NAMAZI TERK ETMENIN BAHANELERI
  CENNETLE MÜJDELENEN SAHABELER
  MEZHEBLER
  EVLİYALAR(Dinle)
  A-Z EVLİYA HAYATLARI (Oku)
  ÖRTÜNME ÇAĞRISI
  AİLE VE EĞİTİM
  => Aile
  => Evlilik nedir?
  => Evlilikte Ölçüler
  => Kadın
  => Eşlerin birbirlerine karşı görevleri
  => Nikah evlenmek
  => İslamda aile hukuku
  => Çocuk Eğitiminde Ölçüler
  => Peygamber Efendimiz Çocuklarla
  => Anneliği Kirletmeyin
  => Çocuğumuza Dini Sorular
  => Çocuklarda Dini Eğitimin Önemi
  => Ahlâk Anlayışımız
  => İnternetin Çocuk Üzerindeki Olumsuz Tesirleri
  ADAB-I MUAŞERET
  BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ
  İletişim
  Sık kullanılanlara ekle
  İSLAM TARİHİ
  ALPEREN'CE
  OSMANLI DEVLETİ
  TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ
  TÜRKİYENİN TANITIMI
  İSLAM DÜNYASI İŞKAL ALTINDA
Veda Hutbesi

NASİHAT

Oğul,
İnsanlar vardır,şafak vaktinde doğar Akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun, Güçlüsün,kuvvetlisin,akıllısın,kelamlısın Ama,bunları nerede,nasıl kullanacağını bilmezsen Öfken ve nefsin bir olup aklını yener, Sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Daima sabırlı,sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmeyen gizemler,bilinmeyenler, Görülmeyenler, Ancak senin erdemlerinle Gün ışığına çıkacaklar. Ananı-atanı say.Bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünya inancını kaybedersen Yeşilken çorak olur,çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma,gördün söyleme,bildin bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme. Kalkar itibarın, muhabbet olmaz. Üç kişeye acı: Cahiller arasındaki alime, Zenginken fakir düşene, Hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutmaki! Yüksekte yer tutanlar Aşağıdakiler kadar emniyette değildir.!

İMANLI ALPEREN GENÇLİK

Ahlâk Anlayışımız

Evet çocuk terbiyesiyle ilgili konuları ele alırken, yurdumuzda-yuvamızda, köyümüzde-kentimizde, yığın yığın ahlâksızlığın yaşanmasından rahatsız olmayanlarla, ahlâk veya ahlâksızlık anlayışında mutabakata varmamız mümkün değildir. 

Doğrusu, herşeye rağmen biz halimizden memnun ve çevremizdeki mesâvî de bizi müteessir etmiyorsa artık ne söylenebilir ki? Evlatlarımızın, torunlarımızın, yeğenlerimizin ya da kendilerine dayı, amca, yakın komşu olduğumuz kimselerin ahlâk çöküntüsü karşısında kalbimizde bir ürperti hissetmiyorsak ahlâkı nasıl tartışacağız ki!
Tarih boyunca hiçbir toplum ahlaksızlıkla pâyidar olmamıştır. Bunun istisnasının var olup olmadığını bilemeyeceğim ama, uzun zaman tarih tarafından dışlanmadan ayakta kalabilmiş milletlerin ahlâkî değerlere saygılı olduklarında şüphe yoktur. 

1.Milletlerin Yıkılış Sebepleri 

Geçmiş medeniyetlerle bir göz atıldığında, hemen hepsinin çöküşü, İrem barajına musallat olan fare gibi, ahlâkî bir kemi riciye bağlanabilir. Ahlaksızlıkla sessiz sessiz toplum değerlerinin altı oyulurken bazen hiçbir şey hissedilmeyebilir. Hissedilince de iş işten geçmiş olur; tıpkı çok duyarlı olduğumuz noktalara metastas yapacağı ana kadar kanseri fark edemediğimiz gibi.. öyle ki çok defa onu farkettiğimiz an, ötelere yolculuk da başlamış olur. 

Ferdî bünyede kanser ne ise, milletlerin hayatında da ahlaksızlık aynı şeydir. Başta devleti idare edenler, sonra da aile reisleri, maarifçiler ve topyekün millet böyle bir ahlâkî çözülüşe karşı gafilse, topyekün millet gümbür gümbür yıkılır gider de, bunları ihtimal millî kıyametin tarrakaları bile uyarmaz. Kimbilir belki de bazıları, hayat buymuş diye, enkaz içinde barının varlıklar gibi onu da tabiî kabul ederler. 

Evet, tarih boyu, yıkılışların temelindeki sebeplere inildiğinde genel olarak şunlar görülür: Gençlerin bohemleşmesi ve bu serâzâd ruhlarda behîmî hislerin yaşanma arzusu ve şehevânî duygulara inhimak.. toplumun dünyayı esas maksad yayıp, ahireti unutması, Allah’tan uzaklaşıp Kur’an’a sırt çevirmesi.. yüreklerden mehâfet ve mehâbet hissinin silinip herşeyin cismâniyete incirar ettirilmesi... 

Osmanlı’ya kadar pek çok devletin yakılışında bu unsurların hemen hepsi söz konusudur. Manevi boşlukların hasıl ettiği buhranların üzerine onları iyice azdıracak dünyeviliklerle gidilmiştir; gidilmiş ve bir fasit daire içine girilmiştir. Oysa ki, dert; milletin maneviyatını kaybetmesi, kur’an ve İslâm esaslarından uzaklaşması ve Allah’ı unutmasından kaynaklanıyordu. Dert-i derûnuna derman arayanlara dert kaynağından derman sunuluyordu. Oysa ki, insanın bir yanını madde-dünya teşkil ediyorsa, diğer tarafını ve hatta özünü mânâ-ukbâ teşkil etmekteydi. İnhiraf noktası açıktı; herşey maddeye inhimak ve mânâyı ihmalden kaynaklanıyordu. Böyle bir eksiği yine maddeyle kapamak imkansızdı. Aslında ikisi birlikte ve kendi buudlarına göre ele alındığı, yani Allah’ın hukuku Allah’ın azametine göre yerine getirildiği, Kur’ân’ın hakkı o ölçekte kabul edildiği; dünyanın çapına göre, ukbaya da ukba kadar değer ve ehemmiyet verildiği takdirde herşey dengelenecekti. Kur’ân-ı kerim: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas/77) buyurmaktadır. 

Evet, Allah’ın lütfettiği sıhhat, zindelik, servet ve dimağ değerlendirilerek ahirete hazırlanmalı, ancak dünyadan da nasip unutulmamalıdır! Kur’ân’ın ölçüsü budur. Dünya-ukbâ ve böylesine perişan olmayacaktık. İşte bu sebeble kendine bakan yönüyle dünya, ferdi, Allah’ı anmaktan alıkoyduğu günümüzde, çocuk terbiyesi konusunu işlerken, öncelikle, ahlâkî prensiplerde mutabakata varılabilecek hususların tespitinde zaruret var. 

Her milletin, bir yükselişi bir de tedennîsi olmuştur. O millet yüceltici prensiplerle yükselmiş, düşüren sâiklerle de devrilmiştir. Çünkü kâinatın bir parçası olan tabiatı da bu zahiren cebrî kanunlara tâbi yaratılmıştır. Bu sebeple de tabiatta ve âyât-ı tekviniyedeki kanunlara riayet etmek gerekmektedir. Şayet onların müsamahasına güvenerek bir kısım vazifelerinizde kusur ederseniz, onlar tarafından elimine edilir ve yok olursunuz. Onlarda affedicilik yoktur. Allah sizi affeder; ama “âyât-ı tekviniye”, diğer bir tabirle “şeriat-ı fıtriye”deki kanunlar hiçbir zaman affedici değildirler. Bu kanunlar açısından yöntem doğru tayin edildiği takdirde, Allah sizi “âlâ-yı illiyyîn”e çıkarır; aksine sebeblere riayette kusur edilirse –özel bir muamele söz konusu olmadığı takdirde- bu sefer de esfel-i sâfiline düşürür. 

Baştaki probleme yeniden dönecek olursak, şu sorulara cevap bulmak icap edecek: Ahlâkın bozulmasında ciddî âmillerin ve bazı objektif sebeplerin bulunduğuna kânî misiniz? Hakikaten bir ahlâk buhranı bulunduğuna inanıyor musunuz? Halihazırdaki şu keşmekeş her hercümerc bir ahlâksızlık mıdır; yoksa normal bir durumun tezahürü müdür?

 2.Başka Milletleri Taklit

Ahlâkî çözülme sebebiyle yıkılan milletlerin durumu ile alakalı Rasulü Ekrem (sav) ümmetini uyararak şöyle buyurmuştur: 

“Sizden evvelkilerin yolunu adım adım, karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz.
 Ahlâkta çöküntü yaşayan toplumların yıkılışlarında, dünyaya aldanma, beden-ruh dengesini kuramama ve kendini ayarlayamama gibi plânsızlıklar söz konusudur. Maalesef bu arıza, bu tarihin derinliklerinde başlamış, Yahudi ve Hıristiyanlarla daha sonraki çağlara taşınmış; daha sonra bütün bu mesâviyi Batı tevârüs etmiş ve biraz medeniyet fantazileriyle süsleyerek kendi mukallitlerine intikal ettirmiştir. Bu açıdan, yukarıdaki hadis-i şerif, oldukça mu’cizbeyan sayılır. Evet vahy-i metluv olarak Allah Rasulü (sav)’ne ilham edilmiş, o da bunun kelime kalıplarını belirlemiştir. 

Burada, ayrı bir noktaya daha temas etmeden geçemeyeceğim: Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelere ve bu ülkelerin insanlarına baktığımızda, maddî imkânlar noktasında bunları mesud-müreffeh görür ve bütün problemlerini aştıklarını sanırız. Halbuki batılı insan her zaman huzursuzdur. Saadet aramaktadır; ama bir türlü bulamamaktadır. Bir kere Batı’da intihar oranı başka yerlere nisbeten oldukça yüksektir. Erkek-kadın insanları, intihar eden bir milletin mesud olması düşünülemez. 

Rabat’ta “Ailenin Tanzimi” adı altında İslâm’da aile mevzuuyla alakalı bir konferansda Amerika’daki boşanma oranının %40 olduğu belirtiliyordu. Bugün bu rakamlar daha da artmış olabilir. Dünyada, dejenere olmuş milletler içinde en dengeli görünen Amerika’dır. Belli konularda duyarlı olduğu için Batı’nın erâcifine tam girmemiş sayılabilir. Bununla beraber, orada da durum bu merkezdedir. Demek ki ne Avrupa’da, ne Asya’da ne de Amerika’da huzurdan söz etmek oldukça zor.
Hıristiyanlığın bu mevzuda çözüm üretememesi, başka terbiye müesseselerinin bulunmaması nesillerin sahipsizliğini ve serâzad yetişmelerini netice vermektedir. 

3.Mükerrem Varlık

Her şey insanlığın saadetine matuf olmalıdır. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesi ve onun matmah-ı nazarıdır. Allah, kâinatı insana göre düzenlemiştir. Bu itibarla da medeniyetler insan için olmalı ve her medeniyette insanın mutluluğu hedef alınmalıdır. Bir kere o en muazzez varlıktır. Kur’ân-ı Kerim: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; onlara güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsrâ/70) buyurur. Kur’ân’a ait bir gerçeği Şeyh Gâlib bir dizesiyle şöyle vurgular: Evet Allah nazarında insan mükerrem bir varlıktır. Yeryüzündeki bütün medeniyetler, bütün siyasi, iktisadi, kültürel sistemler, parlementolar, demokrasiler onun değerini kabul hamlelerinden başka bir şey değildir. Bu açıdan insanın mutluluğu hedef alınmadan kurulan sistemlerin hiçbir kıymeti yoktur ve insanlık adına hiçbir şey vaadetmeyecektir. 

4.Batı’da Kilise Hakimiyeti ve Ruhbanlık 

Bu konuda İslâm ile Batı dünyası arasında mühim bir fark söz konusudur. Batı’da ilmin galebesiyle Hıristiyanlığın ve ruhbanlığın sultası yıkılmıştır. İslâm âleminde ise Batının aksine, ilmin ilerlemesiyle dine yöneliş daha da artmıştır. 

Rönesans ve Reform öncesi Avurapa’da, kilise hakimiyeti altındaki fertlere ağır vergiler uygulanıyor.. kilisenin devamlı değişen kanunları karşısında herkes tedirgin, herkes huzursuz ve yarınlarından endişeliydi. 
Ruhânî liderlerde ciddi bir ilim düşmanlığı vardı ve ilmî buluşlara hiç mi hiç müsamaha göstermiyorlardı. Hemen bütün ilmî buluşlar, keşifler mahiyetlerine bakılmadan tereddütsüz reddediliyordu. Değişik keşif ve tespitlerinden ötürü engizisyonlarda çok ağır cezalara çarptırılanların sayısı hiç de az değildi. 

İnsanlar, bu baskıcı anlayışa karşı hiçbirşey söyleyemiyorlardı. Az bir aristokratın dışında hemen herkesin, hususiyle fakirlerin ezilmesi, kadın hakları diye birşeyden söz edilememesi, hatta değişik iş yerlerinde kadının yarım insan sayılarak yarım ücretle çalıştırılması neticesinde, hemen her sınıfta dine karşı bir küskünlük hasıl olmuştu.
İşte bu umumi antipatiden ötürü değişik yerlerdeki Reform hareketleriyle kiliseye ait her şey gümbür gümbür yıkılmış, kilise bu sarsıntıyla yıkılırken, ahlâkî değerler de yerle bir edilmişti. 

5-İslâm’da Din-Devlet İlişkisi 

İslâm dünyasında hiçbir ilim adamı küstürülmemişti. Dinin hiçbir zaman ne devlet ne de millet üzerinde baskısı söz konusuydu. Her zaman kuvvet hakkın emrinde, umera da halkın hizmetindeydi. Hak adına söylenen bir söz karşısında hükümdarlar dahi dize gelebiliyor ve hakkı kabule teşne olduklarını gösteriyorlardı. 

Fatih hazretleri ile Hızır Çelebi arasındaki muhakeme bu konudaki örneklerden sadece bir tanesi... 

Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra) gibi raşit halifeler, bir Yahudi ile hakim huzurunda mürafaa olabiliyorlardı. Kuvvetin hakta görülmesi sayesinde bu dünyada hiçbir zaman Batı’da olduğu ölçüde ceberut söz konusu olmamıştı. Bundan dolayı da dinden, dinin hakimiyetinden kimse küskün değildi. Başkalarının ütopyalarda aradığı bir hayat bu dünyada ahval-ı âdiyedendi... 

6.Ahlâkî Prensipler 

Neyi iyi, neyi kötü görüyoruz? Çocuklarımızın nasıl yetiştirilmesini düşünüyoruz? Bu konuda gerçekleştirmeyi tasarladığımız bir plân ve proje var mı?
Oğlumuzun nasıl yetişmesini düşünüyoruz? “Ben çocuğumu şöyle görmek istiyorum” deyip sonra da bunu tahakkuk ettirmek için ne yapıyoruz? Gece geç vakitlere kadar şurada-burada vakit geçirmesine nasıl bakıyoruz? Ve hangi saatte eve gelirse gelsin kapımızı açacak ve sinemize bakacak mıyız? 

Neyi, nereye kadar kabul ediyor; nelere ahlâk diyor, neleri ahlâkın dışı diyebiliyoruz? Nelere iyi, nelere kötü nazarıyla bakabiliyoruz?
Çocuklarımıza nereye kadar müsaade edeceğiz? Kılık ve kıyafetlerine karışma mevzuunda bir prensibimiz olacak mı? 

Olanlardan hoşnut değilsek şu ana kadar neler düşündük? Başvurduğumuz bir çare oldu mu? Çare arama yolunda ne kadar kapı çaldık, kaç mütehassısa başvurduk, kaç damla göz yaşı döktük? Bu konu bizi bir yakınımızı, bir komşumuzu ya da milletimizi alakadar edebilir; ancak bütün bu konularda hiç gerçekten bir çözüm arayışı içerisinde olduk mu? 

Bu mevzuda bir hesabımız, bir plânımız yoksa, demek ki biz de Rasulü Ekrem'in (sav) hadis-i şeriflerinde ifade buyurdukları gibi adım adım, karış karış, arşın arşın bizden evvelkilerin izine takılmış, onlara uymuş ve aynı gayyalara sürüklenmiştik veya sürüklenme çizgisinde bulunuyorduk. Aslında bütün bunların temelinde Allah’ı Rasulü Ekrem'i (sav) ve Kur’ân’ın prensiblerini bir yana itip heva ve hevesimize kulak etme vardır. 

Bugün hemen hepimizin, az çok müşteki olduğu bir evladı vardır. Acaba onun bir kısım zikzakları karşısında ne düşünürüz? Sadece düşünebilmek bile çok mühimdir. Evet şöyle-böyle mutlaka düşünmemiz gerekiyor. Kendimize dönerek: “Hakikaten biz bu mevzuda ne yapabiliriz?” sorusu üzerinde durmamız gerekiyor. Tabi kendimizi de; acaba biz müsamahalı bir insan mı, haşin mi, yoksa vurdum duymaz birisi miyiz? Evimizde olup bitenleri bir ölü hissizliği, sessizliği içinde seyretmekle mi yetiniyoruz, yoksa hergün evde ayrı bir kızıl kıyamet mi koparıyoruz..? 

Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Mesela; bir kayyim gibi çocuğumuzun arkasına takılıp, onun arkadaşlık kurduğu kimseleri tanıma gayreti gösteriyor muyuz? Her zaman ona iyi bir vasat hazırlayabiliyor muyuz? Bugüne kadar onu ne tür arkadaşlarla tanıştırdık? Biz tanıştırmadıksa o kimlerle gezip tozuyor? Sadece okula kaydettirmek veya muallime teslim etmek ya da bir kur’ân kursuna yerleştirmek yeterli midir? Hatta sadece camiyi göstermek, imamla tanıştırmak yeterli midir?
Bu iç içe soruların, bu sorulara cevap aramanın yanında, kendi hayatımızın düzeni, derinliği, içtenliği, kararlılığı ve bize ait albenisi de çok önemlidir.

 7.Plânlı ve Prensipli Yaşama 

Daha baştan hayatımızı bir “prensipler” mecmuası olarak takdir ve tayin edebilme ve ona göre yaşayabilme çok önemlidir. Evet “Benim bu yılım şöyle, gelecek yılım böyle, daha sonraki yılım da şu şekilde plânlanmıştır” diyebilmeliyiz. Bunu diyebildiğimiz takdirde, hep tasarladığımız ve projelendirdiğimiz bir kısım malumlarla yüz yüze gelecek,rahatlıkla karar verecek ve katiyen şaşkınlığa düşmeyeceğizdir. Ama eğer geleceğiniz adına bir kısım karar ve prensipleriniz yoksa; yarından itibaren, şaşkınlık içinde bir kısım meçhullere sürüklenmeye hazır olmalısınız. Şöyle bir, bu yığın meçhullerin birden üzerinize geldiğini düşünün; ihtimal ellerinizi dizlerinize vuracak ve eseflerle inleyeceksinizdir. Öyleyse bütün bunlar meydana gelmeden evvel mutlaka verilmiş bir kararımız olmalıdır. 

Şimdi bütün bunların üzerine çıkarak 1.5 milyar İslâm âleminin durumunda bakmalıyız. Babaların yandığı aynı ocakta ve alevleri göklere yükselen aynı ateş içinde, evladın, ahfadın da yandığını, biri yanarken öbürünün, olabildiğine bir umursamazlık içinde olduğunu görüyoruz. Aynı çamurun içine göz göre göre bir millet yada da milletler batarken, arkadan gelenlere de tıpkı bir yığın gibi, hiç mi hiç sağına-soluna bakmadan yürüyüp aynı bataklığa batmakta, sefalete yürümekte ve hafızalarda sevimsiz bir hatıra olarak kalmakta. 

Rasulü Ekrem (sav), o mu’cizbeyan ifadesi ile bizi ikaz sadedinde şöyle buyurur: “Sizden evvelkilerin arkasına takılıp, adım adım onları takip edeceksiniz.” [3] (Buhari, İ’tisam, 14;Enbiya, 50; Müslim, İlim, 6).

Sadece bir yerde değil, heryerde kargaşa ve izmihlal ahlakı. Öyleki bundan tedirgin olanlar bile, onun radyoaktif tesiriyle hissizleşmiş, duygusuzlaşmış gibi olup bitenlerden adeta habersiz...  

8.Öğretmen Peygamber 

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Ben ancak, mekârim-i ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” [4] (Muvatta, Hüsnü’l-huluk, 1.)
Üzerimizde Hakk’ın nâmütenahi nimetleri, bizim de inkişaf ettirme durumunda olduğumuz kabiliyetlerimiz var. Evet biz Mele-i A’lâ’nın sakinleri arasında yerimizi alabilecek şekilde kabiliyetlerle techiz edilmiş bulunuyoruz. O sonsuzdan gelen lütufların kadrini bilmek O’na karşı ta’zimin, bunca potansiyel imkanlarla donatılan şahsımıza karşı da saygılı olmanın gereğidir. İlahi kitaplar bu mesajın sesi-soluğu, nebiler bu gerçeğin en doğru temsilcileri, o altın zincirin son halkası ise bu hakikatın en parlak burhanı ve ahlak-ı âliyenin en müstesna sultanıdır. 

Kur’an-ı Kerim, Kalem süresinde: “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem/4) Şuara suresinde de: “Bu, senden evvel gelen peygamberlerin ahlâkıdır” (Şuarâ/137) buyurularak, O’nun bu derinliğine ve enginliğine işaret edilmiştir. 

9.Dünya Hayatının Zinetleri 

Kur’ân-ı Kerim’de Kehf suresi: “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kehf/46) buyurularak, genel anlamda mal ve evladın, dünya hayatının zineti, debdebesi ve ihtişamı vurgulanır. Hafife alınmaz, konumu hatırlatılır. Evet bunlar, dünyanın dünyaya bakan yönleridir ve onun bu ciheti solan, pörsüyen, bozulan, rahatsız eden cihetidir. 

Demek ki dünya malı bizzat iftihar edilecek bir şey değildir. Hadd-i zatında evlat da kendisi ile iftihar edilecek bir şey değildir. Ancak bunlar, ahirete, Allah’a müteveccih olunca kıymetler üstü kıymetlere ulaşır ve bâkiyât, sâlihât sırasına girerler. Sâlihâta dönüşünce de, burada bir tohum iken ahirette semalara ser çekmiş ağaçlar gibi salkım-salkım meyveleriyle arz-ı endam ederler. 

Arzetmeye çalıştığımız bu hususlar, Kur’ân-ı Kerim’in bizim için vaz’ ettiği prensipler olarak en doğru yöntemi tayin eden hayatbahş hususlardır. Bunlar, sadece Kur’an’ın eczahane-i kübrası ve rasulü Ekrem (sav)in uğurlu, bereketli elleriyle ördüğü, temsil buyurduğu sistem içinde mevcuttur. Vahyin, Sünnetin ulvî sadasına kulak kesilip, onunla hayatbahş olmak ise tamamen bir nasip meselesidir. 

10.Merhametli Olmak 

Kur’ân-ı Kerim, Hz Eyyûp (as) misalinde olduğu gibi- insanların değişik problemler karşısında, Allah’ın rahîmiyetine sığınmaları gerektiğine işaret eder. Evet, O’nun Rahmâniyet ve Rahîmiyetine sığınmak; nefsimize, ailemize, sokağa saldığımız çocuklarımıza yakınlarımıza karşı hem O’nun rahmetinden bir istimdat hem de aczimizi, zaafımızı ilan sadedinde O’nun, herşeyin hakkından gelebileceğini bir itiraftır. Ayrıca merhamet aynı zamanda bir vesile-i merhamettir. Merhametli olunursa, Allah da merhamet eder. Bozulmalar, tefessüh etmeler karşısında duyarlı olunursa, O da bozulacak şeyleri korumaya alır. 

Rasulü Ekrem (sav) şöyle ferman eder: “Yerde bulunanlara merhamet edin ki Mele-i A’la’nın sakinleri de –veya Allah- size merhamet etsin” [5] (Tirmizi, Birr, 16; Ebu Davud, Edeb 58).

Esas ölüm ve felaket, trafik kazaları, vs. meydana gelen felaketler, ölümler değildir. En büyük ölüm ve felaket, insanın özünü gaflete salması, duygusuzlaşması ve gönül dünyasında ölmesidir. Evet en büyük bela, evin içindeki yangını bilememe, çocuğun çürüyüp gitmesi karşısında duygusuz ve hissiz olmaktır.
Anne-baba, evin içindeki manevi yangından habersiz iseler, bundan daha büyük talihsizlik, bundan daha büyük gaflet, bundan daha büyük dalalet olamaz. Böyleleri hallerine ne kadar ağlasalar yeridir ama, ağlamak için de yine gönül gerek.

 11.A’la-yı İlliyyîn-i İnsaniyet 

Ahlâkî sukût, en korkunç bir musibettir. Bu sebeple, Kur’ân’ın ahlâk prensiplerinin, bugünün bunalmış insanlarına karşı en önemli bir şifa kaynağı olduğunu düşünüyoruz. 

Kur’ân-ı Kerim: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına itiverdik.” (Tîn/4) buyurur. 
Bu ayet-i kerimeyi şöyle anlamak da mümkündür: Biz insanı önce ahsen-i takvime mazhar kıldık; sonra da onu esfel-i sâfiline ittik. Yani onu nefsiyle sürekli mücadele edeceği, arasıra düşse de çok defa iman ve amel-i salih cenahlarıyla uçup a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete (insanlığın en yüce mertebesine) çıkacağı bir vaziyete dûçar ettik. 

Bu ayet-i kerime bize kol kanat geriyor, kollarımızdan tutuyor, bizi a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete çıkarıyor evet, düşmüşlükten, sukuttan, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan, acizlikten, beceriksizlikten a’lâ-yı illiyyîne çıkarıyor. Kur’ân’ın bu hususlarla alakalı ışıktan mesajlarını önümüzdeki bölümlerde arz etmeye çalışacağız.

 
   
Esma-ül Hüsna  
 


"O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


ALLAH
(Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


RAHMÂN
(Bagislayan, esirgeyen)


RAHÎM
(Aciyan, esirgeyen)


MELIK
(Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


KUDDÛS
(Her eksiklikten münezzeh)


SELÂM
(Esenlik veren)


MÜ'MIN
(Güven veren, vaadine güvenilen)


MÜHEYMIN
(Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)


CEBBÂR
(Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


MÜTEKEBBIR
(Azamet ve yüceligini izhar eden))


HÂLIK
(Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


BÂRI'
(Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


MUSAVVIR
(Sekil ve özellik veren)


GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


KAHHÂR
(Yenilmeyen, yegane galip)


VEHHÂB
(Karsilik beklemeden bol bol veren)


REZZÂK
((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


FETTÂH
(Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


ALÎM
(Hakkiyla bilen)


KÂBID
(Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


BÂSIT
(Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


HÂFID
(Alçaltan, zillete düsüren)


RÂFI'
(Yücelten, izzet ve seref veren)


MUIZ
(Yücelten, izzet ve seref veren)


MÜZIL
(Alçaltan, zillet veren)


SEMI'
(Isiten)


BASÎR
(Gören)


HAKEM
(Son hükmü veren)


ADL
(Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


LATÎF
(Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


HABÎR
(Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


HALÎM
(Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


AZÎM
(Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


GAFÛR
(Bütün günahlari bagislayan)


SEKÛR
(Az iyilige çok mükafat veren)


ALÎ
(Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


KEBÎR
(Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)


MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


HASÎB
(Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


CELÎL
(Azamet sahibi)


KERÎM
(Fazilet türlerinin hepsine sahip)


RAKÎB
(Gözetleyip kontrol eden)


MÜCÎB
(Dileklere karsilik veren)


VÂSI'
(Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


HAKÎM
(Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


VEDÛD
(Çok seven, çok sevilen)


MECÎD
(Sanli, serefli)


BÂIS
(Ölümden sonra dirilten)


SEHÎD
(Her seyi gözlemis olarak bilen)


HAK
(Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


VEKÎL
(Güvenilip dayanilan)


KAVÎ
(Her seye gücü yeten, kudretli)


METÎN
(Her seye gücü yeten, kudretli)


VELÎ
(Yardimci ve dost)


HAMÎD
(Övülmeye layik)


MUHSÎ
(Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


MÜBDI'
(Ilkin yaratan)


MUÎD
(Tekrar yaratan)


MUHYÎ
(Can veren)


MÜMÎT
(Öldüren)


HAY
(Ebedi hayatta diri)


KAYYÛM
(Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


VÂCID
(Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


MÂCID
(Sanli, serefli)


VÂHID
(Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


SAMED
(Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


KÂDIR
(Her seye gücü yeten, kudretli)


MUKTEDIR
(Her seye gücü yeten, kudretli)


MUKADDIM
(Öne alan)


MUAHHIR
(Geriye birakan)


EVVEL
(Varliginin baslangici olmayan)


ÂHIR
(Varliginin sonu olmayan)


ZÂHIR
(Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


BÂTIN
(Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


VÂLÎ
(Kainata hakim olup onu yöneten)


MÜTEÂLÎ
(Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


BER
(Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


TEVVÂB
(Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


MÜNTAKIM
(Suçlulari cezalandiran)


AFÜV
(Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


RAÛF
(Sefkatli)


MÂLIKÜ'L-MÜLK
(Mülkün sahibi)


ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
(Azamet ve kerem sahibi)


MUKSIT
(Adaletle hükmeden)


CÂMI'
(Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


GANÎ
(Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


MUGNÎ
(Zenginlik verip tatmin eden)


MÂNI'
(Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


DÂR
(Zarar veren)


NÂFI'
(Fayda veren)


NÛR
(Nurlandiran, nur kaynagi)



HÂDÎ
(Yol gösteren, murada erdiren)


BEDÎ'
(Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


BÂKÎ
(Varliginin sonu olmayan)


VÂRIS
(Varliginin sonu olmayan)


RESÎD
(Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


SABÛR
(Çok sabirli)


korkulerdiyari.tr.gg
ALLAH c.c En Güzel Isimleri

 
Veda hutbesi  
  Veda Hutbesi

Veda Hutbesi

Bismillahirrahmanirrahim

EY İNSANLAR!

Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

İNSANLAR!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


ASHABIM!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


ASHABIM!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

ASHABIM!

Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


İNSANLAR!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

İNSANLAR!


Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


MÜ'MİNLER!


Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

MÜ'MİNLER!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


ASHABIM!

Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

İNSANLAR!

Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

İNSANLAR!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

İNSANLAR!

Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

Şahid ol yâ Rab!

Şahid ol yâ Rab!

Şahid ol yâ Rab!

 
hergün bir hadis  
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol